Osmanlı - Afrika İlişkileri
Doç. Dr. Ahmet Kavas
Doç. Dr. Ahmet Kavas, TASAM Bahar Konferansları kapsamında 15 Nisan 2006 Cumartesi günü TASAM konferans salonunda "Osmanlı-Afrika İlişkileri" sunumu
İspanya’da henüz yurtlarını terk edemeyen milyonlarca Müslüman nüfus vardı. Hrıstiyan olmaları ya da ölümü tercih etmeleri dışında bir de bilmedikleri coğrafyalara taşınmaları söz konusuydu. 1609’da Endülüslü son Müslüman kafilesi Osmanlılar tarafından buradan alınıp Kuzey Afrika sahillerindeki şehirlere yerleştirilene kadar acı çekmeye devam edeceklerdi.
Portekizliler adına Vasco da Gama Afrika’nın Batı sahillerinden güneye doğru inerek 1497 yılında Ümit Burnu’nu dolaşarak Mozambik adası önüne geldi. O dönemde buradan Somali’ye kadar uzanan Doğu Afrika sahil şeridinde kırka yakın şehir devleti vardı ve buralarda yaklaşık sekiz asırdır devam eden Müslüman idarecilerin kurdukları hanedanlar hüküm sürüyordu. Bölgenin zenginliğinin farkına varan Portekizler derhal buraya donanma sevk etmeye başladılar. İlk donanma 1505 yılında Güney Afrika sahillerini geçerek Doğu Afrika’da Mozambik’ten başlayarak bugün Tanzanya’nın güneyindeki Kilve Sultanlığı, Kenya sahilindeki Mombasa Sultanlığı, Somali’nin başkenti Makdişu’yu ve diğer şehirlerle onlara bağlı yerleri topa tutarak Kızıldeniz’e girdiler. 1517 yılına gelindiğinde Portekiz donanması Memlûk donanmasını da yenerek Cidde önlerine kadar gelmişti.
İşte böylesine bir dönemde İslam dünyasının en güçlü iktidarına sahip Osmanlılar Afrika’nın Kuzey bölgesinde İspanyol işgallerine, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda ise Portekiz istilasına karşı Müslümanların imdadına yetiştiler. Önce Mısır’da artık bu saldırılara karşı direnme gücü kalmayan Memlûk idaresine son vermeleri gerekti. 1517 yılında önce Mısır’ı alır almaz Kızıldeniz’deki Portekizliler’i Cidde’den uzaklaştırmaları gerekti. Çünkü her an Mekke ve Medine’ye bir saldırı düzenlemeleri söz konusu idi. Osmanlı idaresine geçen Memlûk donanması derhal yeni birliklerle ve gemilerle takviye edilerek Portekizliler üzerine gönderildi. Kızıldeniz’den çıkarılan Portekiz donanması Hint Okyanusu’nda da takip edildi. Ancak Hint Okyanusu’nu esir aldıkları Arap denizcilerden avuçlarının içi gibi öğrenen Portekizliler bölgeyi çok iyi biliyorlardı. Osmanlılar böylesine bir donanma ile 16. yüzyıl boyunca mücadele etmek zorunda kaldılar. Bir ara Yemen Valisi Hasan Emir Ali Bey komutasında küçük bir filoyu bugünkü Kenya’nın Mombasa limanına gönderdi ve 1585 yılında burası alındı. Kısa zamanda bir Osmanlı kalesi de inşa edilen limanı kaybeden Portekizliler kral naibi tarafından idare edilen Hindistan’ın Goa limanındaki donanmasını buraya sevk ederek 1589 yılında Mombasa’yı tekrar Osmanlılar’dan aldılar. Fakat Hint Okyanusu’nun bu bölgesindeki Müslümanların Osmanlılarla o tarihlerde başlayan ilişkileri 20. nci yüzyılın başlarına kadar devam etti. Hatta ilişkilerin iyi olduğu dönemlerde Somali’nin başkenti Makdişu’da Osmanlı padişahları adına para bastırıldığı bilinmektedir.
Kuzey Afrika’ya iyice yerleşen İspanyol istilası karşısında çaresiz kalan yerli halk Akdeniz’de kendi başlarına hareket eden Türk denizcilerinden yardım istemekteydiler. Oruç Reis ve kardeşleri bu çağrılara cevap verdiler. Yavuz sultan Selim’in Mısır’ı ele aldığı dönemde onlar da Fas sınırına yakın Batı Cezayir’de İspanyollara karşı büyük bir savaşın içine girdiler. Onların bu dönemde başlattıkları mücadele giderek güçlendi ve önce Cezayir’in önemli sahil şehirleri, ardından Tunus ve en son Trablusgarp 1551’de İspanyol işgalinden kurtarıldı. Tunus bir ara tekrar İspanyol işgaline uğramışsa da 1574 yılından 1881 yılında Fransa tarafından himaye adı altında işgal edilene kadar Osmanlı idaresinde kaldı.
1510’lu yıllarda bugün Libya devletinin başkenti olan Trablusgarp şehrini alarak Müslüman ahali üzerinde büyük bir kıyım uygulayan İspanyollar’dan kaçabilen Müslümanlar buraya yaklaşık 50 km. mesafedeki Tacura şehrine sığınmışlardı. Aralarından seçtikleri bir heyeti buradan İstanbul’a gönderdiler. Sarayburnu’na çıkan Trablusgarplı Müslümanlarla sarayda bulunan ağalardan Murad Ağa onların konuştukları lehçeyi kolay anladığında emrine verilen bir donanma ile derhal Tacura’ya gönderildi. Onun yerli ahali ile yaptığı dayanışma sonucu Osmanlı donanması 1551 yılında Trablusgarp şehrini İspanyollar’dan adlı. Dönemin güçlü denizcileri Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut reislerin gayretleriyle bütün Kuzey Afrika sahilleri istiladan kurtuldu. Bundan böyle hem Doğu Afrika’da, hem de Kuzey Afrika’da bir Osmanlı güveni vardı.
1912 yılında İtalyanlarla İsviçre’nin Ochy (Öşi) anlaşması imzalanana kadar geçen tam dört asır boyunca Osmanlılar Afrika’da çok geniş bir alanı idareleri altına almışlardı. Bu bölgede zamanla beş ayrı eyalet kurdular. Bunlar Mısır, Trablusgarp, Tunus, Cezayir ve Habeş eyaletleriydi. Bunlar içinde ilk kaybettiği eyalet Cezayir olup 1830 yılında Fransızlar tarafından işgale edildi. Tunus himaye adı altında 1881 yılında Fransa tarafından işgal edilirken, Mısır 1882’de İngilizler’in işgaline uğradı. Habeş eyaleti ise daha ziyade Kızıldeniz sahilinde bazı noktalarda Osmanlı idaresinde kalmaya devam etti. İtalyanlar ise 1911 yılında Trablusgarp’a saldırdılar ve 1912 yılında yapılan anlaşmayla Osmanlılar Afrika’daki son topraklarını da geride bırakarak çekildiler.
Afrika’nın iç kısımlarıyla münasebetler de 16. yüzyılın ikinci yarısında Trablusgarp eyaletinin güneyindeki Fizan sancağı üzerinden kuruldu. Çad Gölü çevresinde yer alan tarihî sultanlıklardan Darfur, Vaday, Bagirmi, Kânim-Bornu, Kano, Sokoto, Hevsa devletleri ve Batı Afrika’da Songay ve Timbüktü Paşalığı Osmanlılar’la yakın münasebetler kurdular. Bu hanedan devletleri ve sultanlıklar İstanbul’a elçilik heyetleri gönderirken Osmanlı Devleti de 20. yüzyılın başına kadar bu bölgelere kendi elçili heyetleri yollamaktaydı.
Osmanlılar’ın Afrika’nın Kuzey ve Doğu sahillerine ayak basmaları bu kıtayı Endülüs’e benzetmeyi arzulayan Avrupalılar’ın karşısında büyük bir engel teşkil etti. Yerli halk yurtlarını ellerinde tutarken kıtanın bu bölgelerinin sömürgeleştirilmesi en az dört asır geciktirilmiş oldu. Kıtanın Batı sahillerine gelince buralar 16. yüzyılın başında birer sömürge olmaya başladılar ve Portekizliler başta olmak üzere Hollandalılar, Fransızlar, İngilizler, İspanyollar, Danimarkalılar ve Almanlar kıyasıya bir mücadeleye girerek değişik iskeleler kurdular. İlk defa 1836 yılında İngiltere tarafından yasaklanana kadar Batı Afrika sahillerinden milyonlarca yerliyi köleleştirerek Amerika kıtasındaki sömürgelerine taşıdılar. Avrupalılar bir taraftan yeni dünya dedikleri Latin Amerika yerlilerini yok edip onların ellerindeki arazileri alıp buralara getirdikleri köleleri karın dokluğuna çalıştırıp elde ettikleri gelirleri Avrupa’ya taşıdılar. Ancak Osmanlı eyaletlerindeki bu emellerini 20. nci yüzyıla kadar bir türlü gerçekleştiremediler.
Amerika Birleşik Devletleri’nde köleliğin yasaklanmasından sonra bazı azatlı kölelerin gemilerle taşınarak getirildikleri Liberya’da kurdukları devlet ile Etyopya’nın bir kısmı hariç kıtanın tamamı işgal edilerek sömürgeleştirildi. Afrika kıtasında en büyük payı Fransa ve İngiltere aldı. Almanlar Namibya ve Tanzanya ile yetinmek zorunda kalırken İtalyanlar Libya, Eritre, Somali’nin bir kısmını, kısmen Etyopya’yı işgal ettiler. Yerleştikleri bu topraklarda yerli ahaliye her türlü eziyeti verdiler. Özellikle Fransızlar ve İngilizler ekilebilir arazileri halkın elinden alarak buralara Avrupa’dan getirdikleri çiftçileri yerleştirdiler. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı esnasında İngiltere ve Fransa Afrika sömürgelerinden zorla silah altına alıp eğittikleri yüzbinlerce askeri Avrupa’daki cephelere ve Osmnalı Devleti topraklarına sevk ettiler. Yine fabrikalarında ve madenlerinde, demiryolu inşaatlarında ihtiyaç duydukları istihdam gücünü de yine Afrika’dan karşıladılar. Yer altı kaynaklarını tamamen kendi çıkarları için kullandıkları gibi ekilebilir arazilerde de sadece Avrupalılar’ın ihtiyaç duyduğu ürünler yetiştirilmeye başlandı.
Osmanlı Devleti döneminde Afrika yerlilerinin özellikle dini inanışları olduğu gibi muhafaza edilirken kimse ne mezhep ne de din değiştirmeye zorlanmamıştır. Avrupalılar ise köleliği yasaklamaya başladıkları zaman bu defa Afrika yerlilerini buraya gönderdikleri binlerce misyoner vasıtasıyla Hrıstiyanlaştırmaya zorladılar. 20. yüzyılın başına kadar bütün Afrika’da 10 milyon civarında Hrıstiyan varken bugün kendi iddialarına göre 900 milyon nüfuslu kıtada 350 milyon Hrıstiyan vardır. Özellikle 21. nci yüzyıla girdiğimiz şu günlerde ise kıtada Müslümanlar üzerine büyük bir Hrıstiyanlaştırma kampanyası yürütülmektedir. Müslümanların yaşadıkları şehirlere, kasabalara, hatta köylere varana kadar kiliseler inşa edilmektedir.
Dinlerini değiştirdikleri Afrikalılar’ın dillerini de yasaklayan Avrupalı sömürgeciler kıta toplumlarını İngilizce, Fransızca, Almanca, Portekizce ve İspanyolca öğrenmeye mecbur kıldılar. Bugün kıta üzerinde resmi dili ana dili olan Etyopya dışında on kadar ülkede Arapça resmi dildir. Fakat onların bir kısmı İngilizce ve Fransızca ikinci resmi dildir.
Gelenekseli eğitime tamamen son verdikleri kıtada bugün 53 bağımsız ülke bulunmaktadır. Bunların içinde sadece Kuzey Afrika ülkeleri, Mısır, Sudan, Nijerya ve Güney Afrika Cumhuriyeti’de çok sayıda üniversite olup çoğunda en fazla iki/üç üniversite bulunmakta olup, bazı ülkeler ise 2000’li yıllara gelindiğinde ancak üniversite sahibi olabildiler.
Ekonomik bakımdan Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki eyaletlerinden istifadesi daima sınırlı kalırken oraları elde tutabilmek için hem kendi öz insan kaynaklarını kullanmış, hem de oralardan alınan vergileri de yerli halka cami, medrese, köprü, liman ve okul gibi binalar inşa ederek hizmet olarak sunmuştur. Kuzey Afrika’ya gönderdiği gençler oraları zamanla yurt edinerek yerli kadınlarla evlenmişler ve onlardan doğan çocukları “Kuloğlu” adıyla bir sınıf oluşturdular. Bunlar eyaletlerin en seçkin insanları konumuna geldiler. Arap ve Berberi halkla Osmanlılar arasındaki iletişimin huzur içinde asırlarca devam etmesinde bunların etkinliği oldukça yüksekti. Genelde büyük şehir merkezlerinde bulunan Osmanlı askerlerinin ve memurlarının taşra bölgelerinde etkili olmaları zordu. Çünkü ne insan yapısında ve de adetlerine alıştılar. Oysa Kuloğlu denen sınıf hem asayişin temininde, hem de vergilerin toplanmasında büyük hizmette bulunmaktaydılar.
İspanya’da henüz yurtlarını terk edemeyen milyonlarca Müslüman nüfus vardı. Hrıstiyan olmaları ya da ölümü tercih etmeleri dışında bir de bilmedikleri coğrafyalara taşınmaları söz konusuydu. 1609’da Endülüslü son Müslüman kafilesi Osmanlılar tarafından buradan alınıp Kuzey Afrika sahillerindeki şehirlere yerleştirilene kadar acı çekmeye devam edeceklerdi.
Portekizliler adına Vasco da Gama Afrika’nın Batı sahillerinden güneye doğru inerek 1497 yılında Ümit Burnu’nu dolaşarak Mozambik adası önüne geldi. O dönemde buradan Somali’ye kadar uzanan Doğu Afrika sahil şeridinde kırka yakın şehir devleti vardı ve buralarda yaklaşık sekiz asırdır devam eden Müslüman idarecilerin kurdukları hanedanlar hüküm sürüyordu. Bölgenin zenginliğinin farkına varan Portekizler derhal buraya donanma sevk etmeye başladılar. İlk donanma 1505 yılında Güney Afrika sahillerini geçerek Doğu Afrika’da Mozambik’ten başlayarak bugün Tanzanya’nın güneyindeki Kilve Sultanlığı, Kenya sahilindeki Mombasa Sultanlığı, Somali’nin başkenti Makdişu’yu ve diğer şehirlerle onlara bağlı yerleri topa tutarak Kızıldeniz’e girdiler. 1517 yılına gelindiğinde Portekiz donanması Memlûk donanmasını da yenerek Cidde önlerine kadar gelmişti.
İşte böylesine bir dönemde İslam dünyasının en güçlü iktidarına sahip Osmanlılar Afrika’nın Kuzey bölgesinde İspanyol işgallerine, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda ise Portekiz istilasına karşı Müslümanların imdadına yetiştiler. Önce Mısır’da artık bu saldırılara karşı direnme gücü kalmayan Memlûk idaresine son vermeleri gerekti. 1517 yılında önce Mısır’ı alır almaz Kızıldeniz’deki Portekizliler’i Cidde’den uzaklaştırmaları gerekti. Çünkü her an Mekke ve Medine’ye bir saldırı düzenlemeleri söz konusu idi. Osmanlı idaresine geçen Memlûk donanması derhal yeni birliklerle ve gemilerle takviye edilerek Portekizliler üzerine gönderildi. Kızıldeniz’den çıkarılan Portekiz donanması Hint Okyanusu’nda da takip edildi. Ancak Hint Okyanusu’nu esir aldıkları Arap denizcilerden avuçlarının içi gibi öğrenen Portekizliler bölgeyi çok iyi biliyorlardı. Osmanlılar böylesine bir donanma ile 16. yüzyıl boyunca mücadele etmek zorunda kaldılar. Bir ara Yemen Valisi Hasan Emir Ali Bey komutasında küçük bir filoyu bugünkü Kenya’nın Mombasa limanına gönderdi ve 1585 yılında burası alındı. Kısa zamanda bir Osmanlı kalesi de inşa edilen limanı kaybeden Portekizliler kral naibi tarafından idare edilen Hindistan’ın Goa limanındaki donanmasını buraya sevk ederek 1589 yılında Mombasa’yı tekrar Osmanlılar’dan aldılar. Fakat Hint Okyanusu’nun bu bölgesindeki Müslümanların Osmanlılarla o tarihlerde başlayan ilişkileri 20. nci yüzyılın başlarına kadar devam etti. Hatta ilişkilerin iyi olduğu dönemlerde Somali’nin başkenti Makdişu’da Osmanlı padişahları adına para bastırıldığı bilinmektedir.
Kuzey Afrika’ya iyice yerleşen İspanyol istilası karşısında çaresiz kalan yerli halk Akdeniz’de kendi başlarına hareket eden Türk denizcilerinden yardım istemekteydiler. Oruç Reis ve kardeşleri bu çağrılara cevap verdiler. Yavuz sultan Selim’in Mısır’ı ele aldığı dönemde onlar da Fas sınırına yakın Batı Cezayir’de İspanyollara karşı büyük bir savaşın içine girdiler. Onların bu dönemde başlattıkları mücadele giderek güçlendi ve önce Cezayir’in önemli sahil şehirleri, ardından Tunus ve en son Trablusgarp 1551’de İspanyol işgalinden kurtarıldı. Tunus bir ara tekrar İspanyol işgaline uğramışsa da 1574 yılından 1881 yılında Fransa tarafından himaye adı altında işgal edilene kadar Osmanlı idaresinde kaldı.
1510’lu yıllarda bugün Libya devletinin başkenti olan Trablusgarp şehrini alarak Müslüman ahali üzerinde büyük bir kıyım uygulayan İspanyollar’dan kaçabilen Müslümanlar buraya yaklaşık 50 km. mesafedeki Tacura şehrine sığınmışlardı. Aralarından seçtikleri bir heyeti buradan İstanbul’a gönderdiler. Sarayburnu’na çıkan Trablusgarplı Müslümanlarla sarayda bulunan ağalardan Murad Ağa onların konuştukları lehçeyi kolay anladığında emrine verilen bir donanma ile derhal Tacura’ya gönderildi. Onun yerli ahali ile yaptığı dayanışma sonucu Osmanlı donanması 1551 yılında Trablusgarp şehrini İspanyollar’dan adlı. Dönemin güçlü denizcileri Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut reislerin gayretleriyle bütün Kuzey Afrika sahilleri istiladan kurtuldu. Bundan böyle hem Doğu Afrika’da, hem de Kuzey Afrika’da bir Osmanlı güveni vardı.
1912 yılında İtalyanlarla İsviçre’nin Ochy (Öşi) anlaşması imzalanana kadar geçen tam dört asır boyunca Osmanlılar Afrika’da çok geniş bir alanı idareleri altına almışlardı. Bu bölgede zamanla beş ayrı eyalet kurdular. Bunlar Mısır, Trablusgarp, Tunus, Cezayir ve Habeş eyaletleriydi. Bunlar içinde ilk kaybettiği eyalet Cezayir olup 1830 yılında Fransızlar tarafından işgale edildi. Tunus himaye adı altında 1881 yılında Fransa tarafından işgal edilirken, Mısır 1882’de İngilizler’in işgaline uğradı. Habeş eyaleti ise daha ziyade Kızıldeniz sahilinde bazı noktalarda Osmanlı idaresinde kalmaya devam etti. İtalyanlar ise 1911 yılında Trablusgarp’a saldırdılar ve 1912 yılında yapılan anlaşmayla Osmanlılar Afrika’daki son topraklarını da geride bırakarak çekildiler.
Afrika’nın iç kısımlarıyla münasebetler de 16. yüzyılın ikinci yarısında Trablusgarp eyaletinin güneyindeki Fizan sancağı üzerinden kuruldu. Çad Gölü çevresinde yer alan tarihî sultanlıklardan Darfur, Vaday, Bagirmi, Kânim-Bornu, Kano, Sokoto, Hevsa devletleri ve Batı Afrika’da Songay ve Timbüktü Paşalığı Osmanlılar’la yakın münasebetler kurdular. Bu hanedan devletleri ve sultanlıklar İstanbul’a elçilik heyetleri gönderirken Osmanlı Devleti de 20. yüzyılın başına kadar bu bölgelere kendi elçili heyetleri yollamaktaydı.
Osmanlılar’ın Afrika’nın Kuzey ve Doğu sahillerine ayak basmaları bu kıtayı Endülüs’e benzetmeyi arzulayan Avrupalılar’ın karşısında büyük bir engel teşkil etti. Yerli halk yurtlarını ellerinde tutarken kıtanın bu bölgelerinin sömürgeleştirilmesi en az dört asır geciktirilmiş oldu. Kıtanın Batı sahillerine gelince buralar 16. yüzyılın başında birer sömürge olmaya başladılar ve Portekizliler başta olmak üzere Hollandalılar, Fransızlar, İngilizler, İspanyollar, Danimarkalılar ve Almanlar kıyasıya bir mücadeleye girerek değişik iskeleler kurdular. İlk defa 1836 yılında İngiltere tarafından yasaklanana kadar Batı Afrika sahillerinden milyonlarca yerliyi köleleştirerek Amerika kıtasındaki sömürgelerine taşıdılar. Avrupalılar bir taraftan yeni dünya dedikleri Latin Amerika yerlilerini yok edip onların ellerindeki arazileri alıp buralara getirdikleri köleleri karın dokluğuna çalıştırıp elde ettikleri gelirleri Avrupa’ya taşıdılar. Ancak Osmanlı eyaletlerindeki bu emellerini 20. nci yüzyıla kadar bir türlü gerçekleştiremediler.
Amerika Birleşik Devletleri’nde köleliğin yasaklanmasından sonra bazı azatlı kölelerin gemilerle taşınarak getirildikleri Liberya’da kurdukları devlet ile Etyopya’nın bir kısmı hariç kıtanın tamamı işgal edilerek sömürgeleştirildi. Afrika kıtasında en büyük payı Fransa ve İngiltere aldı. Almanlar Namibya ve Tanzanya ile yetinmek zorunda kalırken İtalyanlar Libya, Eritre, Somali’nin bir kısmını, kısmen Etyopya’yı işgal ettiler. Yerleştikleri bu topraklarda yerli ahaliye her türlü eziyeti verdiler. Özellikle Fransızlar ve İngilizler ekilebilir arazileri halkın elinden alarak buralara Avrupa’dan getirdikleri çiftçileri yerleştirdiler. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı esnasında İngiltere ve Fransa Afrika sömürgelerinden zorla silah altına alıp eğittikleri yüzbinlerce askeri Avrupa’daki cephelere ve Osmnalı Devleti topraklarına sevk ettiler. Yine fabrikalarında ve madenlerinde, demiryolu inşaatlarında ihtiyaç duydukları istihdam gücünü de yine Afrika’dan karşıladılar. Yer altı kaynaklarını tamamen kendi çıkarları için kullandıkları gibi ekilebilir arazilerde de sadece Avrupalılar’ın ihtiyaç duyduğu ürünler yetiştirilmeye başlandı.
Osmanlı Devleti döneminde Afrika yerlilerinin özellikle dini inanışları olduğu gibi muhafaza edilirken kimse ne mezhep ne de din değiştirmeye zorlanmamıştır. Avrupalılar ise köleliği yasaklamaya başladıkları zaman bu defa Afrika yerlilerini buraya gönderdikleri binlerce misyoner vasıtasıyla Hrıstiyanlaştırmaya zorladılar. 20. yüzyılın başına kadar bütün Afrika’da 10 milyon civarında Hrıstiyan varken bugün kendi iddialarına göre 900 milyon nüfuslu kıtada 350 milyon Hrıstiyan vardır. Özellikle 21. nci yüzyıla girdiğimiz şu günlerde ise kıtada Müslümanlar üzerine büyük bir Hrıstiyanlaştırma kampanyası yürütülmektedir. Müslümanların yaşadıkları şehirlere, kasabalara, hatta köylere varana kadar kiliseler inşa edilmektedir.
Dinlerini değiştirdikleri Afrikalılar’ın dillerini de yasaklayan Avrupalı sömürgeciler kıta toplumlarını İngilizce, Fransızca, Almanca, Portekizce ve İspanyolca öğrenmeye mecbur kıldılar. Bugün kıta üzerinde resmi dili ana dili olan Etyopya dışında on kadar ülkede Arapça resmi dildir. Fakat onların bir kısmı İngilizce ve Fransızca ikinci resmi dildir.
Gelenekseli eğitime tamamen son verdikleri kıtada bugün 53 bağımsız ülke bulunmaktadır. Bunların içinde sadece Kuzey Afrika ülkeleri, Mısır, Sudan, Nijerya ve Güney Afrika Cumhuriyeti’de çok sayıda üniversite olup çoğunda en fazla iki/üç üniversite bulunmakta olup, bazı ülkeler ise 2000’li yıllara gelindiğinde ancak üniversite sahibi olabildiler.
Ekonomik bakımdan Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki eyaletlerinden istifadesi daima sınırlı kalırken oraları elde tutabilmek için hem kendi öz insan kaynaklarını kullanmış, hem de oralardan alınan vergileri de yerli halka cami, medrese, köprü, liman ve okul gibi binalar inşa ederek hizmet olarak sunmuştur. Kuzey Afrika’ya gönderdiği gençler oraları zamanla yurt edinerek yerli kadınlarla evlenmişler ve onlardan doğan çocukları “Kuloğlu” adıyla bir sınıf oluşturdular. Bunlar eyaletlerin en seçkin insanları konumuna geldiler. Arap ve Berberi halkla Osmanlılar arasındaki iletişimin huzur içinde asırlarca devam etmesinde bunların etkinliği oldukça yüksekti. Genelde büyük şehir merkezlerinde bulunan Osmanlı askerlerinin ve memurlarının taşra bölgelerinde etkili olmaları zordu. Çünkü ne insan yapısında ve de adetlerine alıştılar. Oysa Kuloğlu denen sınıf hem asayişin temininde, hem de vergilerin toplanmasında büyük hizmette bulunmaktaydılar.