Geçtiğimiz hafta Mısır’da başlayan halk ayaklanmasını İsrail endişe ile izliyor. İsrail hükümeti son yaptığı açıklama ile Batılı müttefiklerini Mısır’da istikrarın, dolayısıyla Mübarek rejiminin korunmasının kendi çıkarlarına olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyor. Hatta İsrail Dışişleri Bakanlığı, bazı kilit elçiliklere Mısır’ın istikrarının korunmasının ne derece önemli olduğunu anlatan yazılar da gönderdi. Dünya kamuoyunun Mısır’daki olayları “demokratikleşme” adımı olarak görme eğilimi yüksekken İsrail’in böyle bir gelişmeden kaygı duyması ülkenin milli güvenlik çıkarlarına ters olmasından kaynaklanıyor.

İsrail 1948’de kurulduktan sonra, savaş sonrası statükoyu kabullendi ve devletin konsolidasyon sürecinde statükoyu değiştirecek Arap girişimlerini bertaraf eden aktivist bir savunma politikası izledi. Öte yandan, İsrail devleti kurulduktan sonra da devam eden savaş durumu, İsrail’in güvensizlik algısını tetikledi ve milli güvenlik konusu siyasi ajandaya hâkim olmaya başladı. İsrail’in bugün askeri bir toplum olarak nitelendirilmesinin ardında güvenlik sorunsalının toplum ve ordu arasındaki ayrımı bulanıklaştırması yatmaktadır. Öyle ki, güvenlik konusu karar verme süreçlerini, dolayısıyla ekonomik politikaları olduğu kadar dış politikayı da etkilemiştir. Kümülatif caydırıcılık üzerine temellen bir milli güvenlik doktrini, Arap ülkelerinin sayısal üstünlüğünü bertaraf edecekti. İsrail’in nihai amacı Arap ülkeleriyle barış yapıp, savaş durumuna bir son vermekti; Arapları barışa ikna etmek için de, onları İsrail’in yıkılamayacağına, böyle bir girişimin onlara pahalıya patlayacağına inandırabilmekti. Böylelikle, caydırıcı politika, sonunda Arap devletlerini barış yapmaktan başka bir alternatif olmadığı düşüncesine yöneltecekti.

Bu bağlamda İsrail’in en büyük başarısının Mısır ile barış için masaya oturması olduğunu söylemek mümkündür. Zira Mısır lider ülke olarak ön plana çıkmaktaydı, Mısır’ın İsrail ile barış yapması, İsrail’in Arap tehdidi algılamasını asgariye indirecekti çünkü Mısır en güçlü Arap ülkesi olarak diğerlerine liderlik etmekteydi.  İki ülke arasındaki gerginlik, dönemin Mısır başkanı Enver Sedat’ın 1977 yılında İsrail’i ziyaret etmesiyle yumuşama sürecine girdi, bunu 1978 Camp David barış anlaşması takip etti.  Bu barış Arap ülkeleri ve FKÖ tarafından şiddetle kınanırken, ABD anlaşmanın bir parçası olarak Mısır’ı hem ekonomik hem de politik anlamda destekleyeceğinin sözünü verdi. İsrail Mısır ile yaptığı bu anlaşma sayesinde güney sınırlarını koruma altına almış oldu, nitekim Mısır Sina Yarımadası’nı askerden arındırma taahhüdü verdi.

Bugünden baktığımızdaysa, Enver Sedat ile başlayan olumlu ilişkileri devam ettirmiş olan Hüsnü Mübarek’in kaybı, İsrail’i bir kez daha var olma tehdidi ile karşı karşıya bırakacaktır. Nitekim İsrail, bölgedeki en büyük Arap müttefikini kaybetme tehlikesi ile yüzleşmektedir. Mübarek’in düşmesi durumunda, yerine gelecek olan yeni hükümetin İsrail’e göre Camp David anlaşmasını sürdürüp sürdürmeyeceği belirsizdir. Öte yandan İsrail’in güney sınırları bu durumda tehlike altına girecektir. Mısır’daki rejim değişikliğinin Filistin-İsrail sorunu üzerinde de etkili olacağı söylenebilir. Yeni rejimin Mısır-Gazze sınırını açması ihtimali, Hamas’ın hâkim olduğu bu bölgenin İsrail’in kontrol edemeyeceği bir yer haline gelmesi anlamına gelecek, Filistin Yönetimi’nin El- Cezire kanalının yayınlamış olduğu belgelerden dolayı düşmüş olduğu zor durumla birleşince Hamas’ın elinin güçlenme olasılığı yükselecektir. Hamas’ın Filistin Yönetimi’ne alternatif olması, İsrail’in çıkarına değildir. Çünkü İsrail Hamas’ı barış için bir partner olarak değil, kedisinin var olma hakkını reddeden terörist bir örgüt olarak tanımaktadır. Müslüman Kardeşler her ne kadar Mısır’daki ayaklanmaların tetikleyicisi, lideri değilse de, Mübarek’in düşmesini takip edecek seçimlerde iktidara gelmesi ihtimal dâhilindedir. (El-Baradey’in bir milli birlik hükümeti kurmak için Müslüman Kardeşler ile müzakere sürdürdüğü söylenmektedir.) İsrail İslami eğilimli her hükümetin kendisine karşı radikalleşme ihtimalini göz önünde bulunduracağından, Müslüman Kardeşler’in iktidar olduğu bir Mısır’ı potansiyel tehdit olarak algılayacaktır.

Şu an için, Mısır’ı ne beklediğini söyleyebilmek güç. Ancak, eski durumuna geri dönemeyeceği bir gerçeklik halini almış durumda. Tunus’ta başlayan olayların Mısır’a ve Yemen’e sıçraması Ortadoğu’da değişim rüzgârlarının estiğini düşündürüyor. Bu olayların bölgeyi kaosa da sürüklemesi mümkün, olumlu sonuçlar doğurması da. İsrail açısından bakıldığındaysa, hükümet var gücüyle bir kez daha statükoyu korumaya çalışacaktır. Mısır’daki rejimin değişmesi İsrail’in milli güvenlik çıkarına aykırıdır. Dengelerde kaydedilecek bir değişiklik, İsrail’i büyük sorunlarla baş başa bırakmaya gebedir.

Tasam Uzmanı Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK

Kuzey Afrika’nın istikrarlı ülkelerinden biri olarak bilinen Tunus’ta işsizliği ve hayat pahalılığını protesto etmek amacıyla başlatılan protestolar, ülkede şiddet olaylarını beraberinde getirirken, söz konusu olaylarda can kayıplarının artması ve şehir merkezlerinde sokağa çıkma yasağının ilan edilmesi dikkatlerin bu ülke üzerinde toplanmasına neden olmuştur.

17 Aralık’ta protestocularla emniyet güçleri arasındaki çatışmaların sonucunda üniversite mezunu işsiz iki protestocunun ölümünün ardından halkın önemli orandaki desteği sonucu olayların büyümesiyle ölü sayısının 50’yi aştığı belirtiliyor.[1]

140120111

Şiddetin, ülkenin birçok bölgesine sıçramasının ardından Başbakan Mohamed Ghannouchi, İçişleri Bakanı Rafik Belhaj Kacem’in görevinden alındığını ve istikrarın sağlanmasının ardından gözaltına alınan protestocuların serbest bırakılacağını duyurdu. Buna karşın, protesto gösterilerinin devam etmesi ve şiddetin başkent Tunus’a ulaşması üzerine askeri birliklerin söz konusu bölgeye sevk edildikleri görülmektedir.

Devlet Başkanı Zine el Abidine Ben Ali de çatışmaların yayılması üzerine yaptığı halka sesleniş konuşmasında ek istihdam yapılacağı konusunda teminatta bulunmuştur.

140120112

Tunus Devlet Başkanı Zine el Abidine Ben Ali

Özellikle ülkedeki genç işsizler için istihdam fırsatlarının oluşturulmasına öncelik verilmesi, beklentilerin tam olarak karşılanması bakımından gerekli bir unsurdur.

Birleşmiş Milletlerden yapılan açıklamada ise güvenlik güçlerinin protestocular üzerindeki orantısız güç kullanımına dikkat çekilirken, temel hak ve özgürlüklerin bu denli kısıtlanmasının doğru olmadığı belirtildi. Ayrıca Tunus hükümetinin olaylar sonrası yaşanan can kaybı konusunda vermiş olduğu rakamların gerçeği yansıtmadığı ve söz konusu durumun, ülkedeki barış ve istikrar açısından ciddi bir sorun teşkil ettiği bildirildi.[2]

Barack Obama Yönetimi de ülkenin içinde bulunduğu istikrarsızlık ortamının büyük bir tehdit unsuru oluşturduğunu, ancak buna karşın uygulanan şiddetin de kabul edilemez bir boyuta ulaştığını, Tunus Yönetimi’nin krize barışçı ve kalıcı bir çözüm getirmesi gerektiğini bildirmiştir. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ise ABD’nin söz konusu krizde herhangi bir tarafta yer almayacağını ifade etmiştir.

Tunus’ta yaşanmakta olan karmaşanın, 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayacağını açıklayan Ben Ali Yönetimi’ne duyulan güveni önemli ölçüde sarstığı, ancak buna karşın ülkede halen ciddi bir muhalefetin eksikliğinin dikkat çektiği ve söz konusu eksikliğin de kısa sürede giderilmesinin mümkün görünmediği yönünde değerlendirmeler yapılmaktadır.

Benzer şiddet olaylarının yakın zamanda Batı destekli bir başka Arap ülkesi olan Cezayir’de de görülmesi, komşu ülkeleri de oldukça tedirgin etmektedir. Yakın zamanda El Kaide tarafından yapılan resmi bir açıklamada protestoculara gereken tüm desteğin sağlanacağı bildirilmiştir.

Tunus başta olmak üzere bölgedeki diğer ülkelerin de vatandaşlarının özellikle istihdama ilişkin taleplerine yanıt verebilmeleri, söz konusu ülkelerde istikrarın sağlanması ve radikal grupların da etkinliklerinin kısıtlanması bakımından önem arz etmektedir.

 

1956 yılında bağımsızlığını Büyük Britanya’dan kazanan ve yüzölçümü bakımından Afrika’nın en büyük ülkesi olan Sudan, 9 Ocak’taki referandum öncesi dünya gündemininde yer alan ülkelerin başında gelmektedir. Ancak bugün itibariyle ülkede yaşanan krizin, referandum sonrası tüm bölgeyi doğrudan etkileyecek olduğu da kabul edilmektedir.

Söz konusu gelişmelere ilişkin genel anlamda araştırmayı amaçlayan çalışma; Sudan’ın bağımsızlık dönemini ve sömürgecilik politikalarının günümüze yansımalarını; 2005 yılında imzalanan Kapsamlı Barış Anlaşması’nın içeriğini ve ülkenin Güneyindeki referanduma etkisini; bölgede bulunan ülkelerin, söz konusu ülkelerin üyeliklerinin bulunduğu Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi (IGAD) ve Afrika Birliği’nin konuya yaklaşımlarını; sorunun boyutunu genişleten dış güçlerin ve Birleşmiş Milletlerin (BM), çıkarları doğrultusunda konuya bakış açılarını; referandum sürecini, tarafların konuya yaklaşımlarını, temel anlaşmazlık konularını ve taraflar arasında mutabakatın sağlanması amacıyla ortaya konulan çabaları; referandumun gerçekleşmesi ya da aksi halinde ortaya çıkabilecek sorunları; Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanması durumunda karşılacağı olası sorunları gibi çeşitli konuları araştırmaktadır.

 

TASAM Afrika Enstitüsü Direktörü Ufuk TEPEBAŞ’ın hazırladığı,
GÜNEY SUDAN’DAKİ REFERANDUM: TARAFLARIN SORUNA YAKLAŞIMLARI VE ÜLKENİN GELECEĞİ isimli pdf formatındaki RAPOR’u okumak için lütfen tıklayınız.

6. Uluslararası Türk - Afrika Kongresi 16-17 Aralık 2010 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirildi. Kongre’ye çok sayıda devlet adamı, düşünce ve sivil toplum kuruluşu yöneticisi, akademisyen, yazar, iş adamı, uzman ve diplomatik temsilci katıldı.

Alt teması "Milenyum Kalkınma Hedefleri (MKH): Afrika’nın Kalkınmasında Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü ve Küresel İş Birliği" olarak belirlenen “6. Uluslararası Türk - Afrika Kongresi” Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM Afrika Enstitüsü tarafından İstanbul Cevahir Hotel ve Kongre Merkezi’nde yapıldı.

Kongre’nin açılış konuşmalarını TASAM Başkanı Süleyman Şensoy ve Afrika Birliği Komisyonu Önceki Başkanı ve Mali Cumhuriyeti Eski Devlet Başkanı Prof. Dr. Alpha yaptı.

Kongre’de BM 2010 Kalkınma Yılı çerçevesinde Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Kalkınma ve İş Birliği Ptatformu USTKİP Komisyon Toplantıları da üye Türk ve Afrikalı STK’ların katılımı ile icra edildi.

Kongrenin açılışında yaptığı konuşmasında Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) Başkanı Süleyman Şensoy, Türkiye-Afrika ilişkilerinde daha somut projelere yönelinmesi gerektiğine değinerek, “Türkiye’nin Afrika politikalarının başarılı olabilmesinin temel kriteri toplumlar arasındaki ilişkilerin gücüne bağlıdır” dedi.

Başkan Şensoy, Türkiye’nin 2005 yılını ’’Afrika Yılı’’ ilan etmesinden bu yana TASAM’ın 6 Türk-Afrika Kongresi’ni düzenlediğini ve kongrelerin her yıl ivme kazanan bir niteliğe taşındığını belirtti. Şensoy, bu kongreleri çok önemsediklerini, Türkiye ve Afrika ilişkilerine hizmet edecek şekilde devam ettirileceklerini kaydetti.

TASAM Başkanı Süleyman Şensoy’un  6. Uluslararası Türk - Afrika Kongresi açılışında yaptığı konuşmanın tam metni:
“Öncelikle Mali eski devlet başkanı ve Afrika Birliği Komisyonunun bir önceki başkanı Prof. Dr. Alpha Konare Beyefendi başta olmak üzere kongremize teşrif eden hanımefendilere, beyefendilere ve tüm basın mensubu arkadaşlarımıza teşriflerinden ötürü teşekkür ediyorum. Dışişleri Bakanlığımızı temsilen Bölge’de görev yapan üç büyükelçimiz de aramızdalar. Onlara da teşriflerinden ötürü teşekkür ediyorum. Madagaskar, Sudan ve Gana Büyükelçilerimiz de programımız için ülkemize geldiler.

Bu kongrenin ve USTKİP Komisyon Toplantıları’nın gerçekleştirilmesinde büyük emeği geçen TASAM Afrika Enstitüsü  direktör yardımcısı ve direktörümüz, yönetim kurulumuz başta olmak üzere emek veren herkese, desteklerini esirgemeyen kişi ve kurumlara teşekkürlerimi bir borç ve vazife biliyorum. Ben daha çok, teknik bir konuşma yapmaya gayret edeceğim ve çok kısa tutacağım.

2005 yılında ilk Uluslararası Türk - Afrika Kongresi’ni Sayın Konare’nin teşrifiyle, bugün Cumhurbaşkanımız olan Abdullah Gül Beyefendi’nin ( Dönem’in Dışişleri Bakanı olarak ) teşrifiyle ve yine İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmelettin İHSANOĞLU Beyefendi’nin teşrifiyle yapmıştık. Bugün yine aynı salonda 6. Uluslararası Türk - Afrika Kongresi’ni yapmak üzere bir araya gelmiş bulunuyoruz. Türkiye’nin 2005 yılını “Afrika Yılı” ilan etmesi ile başlayan süreçte yaklaşık 6 yıl geçti. Bu süre zarfında TASAM kendi açısından, başlatmış olduğu kongreler serisini 6. Uluslararası Türk - Afrika Kongresi’ne kadar aksatmadan, düzenli ve her yıl yeni ivme kazanacak bir nitelikte bugüne kadar taşıdı ve bundan sonra da daha güçlü olarak devam ettirmek isteğinde.

Bir diğer önemli kazanım da; 2008 yılında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ev sahipliğinde düzenlenen “Türkiye - Afrika İşbirliği Zirvesi“ öncesinde yine Kıta’daki 45 ülkeden sivil toplum kuruluşlarıyla “Türkiye - Afrika STK Forumu“ gerçekleştirildi. Bu forumun sonunda uluslararası bir platform kurulması, bunun 4 dilde yayın yapan bir “internet portalı” olması ve kurulacak komisyonların da kendi aralarında belirli bir “iş ağı” oluşturmaları kararlaştırıldı. Geçen yıl bu komisyonların ilk taslak toplantıları yapıldı ve ilk filizleri görüldü. Bu yıl ikinci toplantıları sizlerin katılımı ve desteğiyle gerçekleştirilecek.

Bilimsel ve stratejik anlamda sürece destek vermek açısından Uluslararası Türk - Afrika Kongreleri’ni çok önemsiyoruz ve bunu ciddiyetle Türk - Afrika ilişkilerinin gelişmesine hizmet edecek şekilde devam ettirmeyi planlıyoruz. Ama kısaca USTKİP dediğimiz “Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Kalkınma ve İş Birliği Platformu”nun komisyonlarının hem Türk tarafının hem Afrika tarafının işlerlik kazanmasını, somut projelere yönelmesini, ikili ve çok taraflı projelerle bir araya gelmesini daha çok önemsiyoruz. Çünkü Türkiye’nin Afrika politikasının başarılı olabilmesinin temel kriterinin toplumlararası ilişkilerin gelişmesine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Bu ilişkiler ne kadar güçlendirilirse, devletler bazında ortaya konmuş iradenin o kadar başarılı olacağı şüphesiz ortadadır.

Diğer alanda ticaret hacmimiz 3 milyar dolardan yaklaşık 18 milyar dolar gibi - çok genel rakamlarla söylüyorum - yaklaşık 6 katına çıkan bir ivme gösterdi. Bu sevindirici bir gelişme; fakat Afrika ile Türkiye’nin genel potansiyeline bakıldığında 100 milyar dolarlık bir hedefin hayal olmadığı da kanaatimce gözüküyor. Dolayısıyla ticari alanda elde edilen bu başarının arkasında TUSKON gibi sivil anlamda, devlet boyutunda ise Dış Ticaret Bakanlığımızın ve ilgili bakanlığımızın örgütlemiş olduğu çalışmalar ve diğer iş örgütleri, iş adamı kuruluşları, iş adamlarımız var. Bu süreçte emeği geçenlere şükranlarımızı sunuyorum. Ama daha çok fazla gidilecek yol olduğunu da sanırım onlar bizden daha iyi biliyorlar.

2005 yılında Türkiye’nin Afrika’da 12 büyükelçiliği varken şimdi - yakında açılması hedeflenenler ile söylüyorum - 30 gibi bir sayıya ulaşacak. Dolayısıyla bu kadar kısa bir sürede diplomatik temsilciliklerin iki katına, sonra iki buçuk katına çıkarılacak olmasını, yine Dışişleri Bakanlığımız açısından Türkiye Cumhuriyeti resmî temsilciliklerimizin Bölge’de açılmasını ve yaygınlaşmasını, bütün Kıta’ya hitap eder hale gelebilmesi açısından önemli ve çok büyük bir gelişme olarak değerlendirmek gerekiyor. Türk İş birliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığının Bölge’de açmış olduğu ofisler, temas noktaları çok daha fazla. Bütün büyükelçilerimizin olduğu başkentlerde yine TİKA’nın ofislerine kanaatimce ihtiyaç olduğu gözüküyor.

Bu süreçte yer alan bütün sivil ve resmî kurumların önlerinde daha çok yapılacak işler var. Şüphesiz bütün bu perspektifi geliştiren, içerisinde yaşadığımız dünyanın nereye gitmekte olduğunu da görmemiz gerekiyor. Öngörülebilirlik Çağından, Tahmin Edilebilirlik Çağına geçiyoruz. Bunu ABD Merkez Bankası eski başkanı Alan Greenspan “Türbülans Çağı” olarak tanımlıyor. Öngörülebilirliğin mümkün olmadığı, tahmin edilebilirliğe ve buna bağlı olarak da sürprizlere açık olan bir dünya ile karşı karşıyayız.

Önce iki kutuplu bir dünya, sonra tek kutuplu bir dünya, şimdi ise çok kutuplu gelişim gösteren bir rekabet ve dünya sistematiği içerisindeyiz. Türkiye’nin çok boyutlu dış politika açılımı içerisinde Afrika ile olan tarihi referanslarından da yola çıkarak geliştirmek istediği “büyük iş birliği ağı”nın, dünyanın gelişen bu dengeleri içerisinde çok önemli bir yere oturduğunu görmekte fayda var. Türkiye - Afrika ilişkileri açısından bence altı çizilmesi gereken en önemli şey; tüm söylediklerimle birlikte mümkün olduğunca somut sonuçlara ve somut projelere dayanan bir sürecin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi gereğidir.

Biz kendi çalışmalarımızda hep bunun arayışındayız: Acaba amaca ne kadar hizmet edebiliyoruz? Yaptığımız işlerin içeriğini somut olarak ne kadar doldurabiliyor, kalıcı kazanımlar haline getirebiliyoruz? Somut projeler etrafında bir araya gelinebilmesinin ve bunların hem Kıta’daki ülkelerin hem de Türkiye’nin yararına kılınabilmesinin arayışı içerisindeyiz. Afrikalı muhataplarımız da aynı kanaatte olduklarını zaten sürekli bize teyit ediyorlar.

Hem Türkiye’nin hem Afrika ülkelerinin bugün ve önümüzdeki dönemde gelişen dünya içerisinde etkin ve güçlü olabilmesinin en temel dayanağı, donanımlı insan kaynağı. Çok basit bir örnek vermek gerekirse; Çin’in tahminen edilen eğitilmiş insan nüfusunun 450 milyon kişi olduğu söyleniyor fakat diğer taraftan dünyanın en büyük entegrasyon hareketi Avrupa Birliğinin 27 ülkesinin toplam nüfusunun 450 milyon olduğunu düşündüğümüzde önümüzdeki dönemin rekabet açısından ne kadar acımasız olacağını da – bunun hangi taraf lehine olacağına değinmemekle birlikte – ifade etmemiz gerekiyor. Bu anlamda elimizdeki insan kaynağına dayalı, insan kaynağını geliştirecek projeler yapmamız gerektiği konusunun da altını çizmekte fayda var. Çünkü Afrika ülkelerinin de Türkiye’nin de kaynakları sonsuz değil. Bu kaynakları ne kadar verimli, donanımlı insan kaynağı marifetiyle ve stratejik vizyon derinliği içerisinde kullanabilirsek, hem ülkemiz hem de karşılıklı geliştirilmek istenen ilişkiler açısından daha somut sonuçlara ulaşabiliriz diye düşünüyorum.

Önümüzdeki yıl Uluslararası Türk - Afrika Kongresi’nin 7.’si yapılacak. USTKİP Komisyon Toplantıları’nın 2011 yılı içerisinde daha da hızlanması ve yılda en az iki kez yapılmasının daha sağlıklı olacağı kanaatindeyiz. Bu anlamda, 7. Uluslararası Türk - Afrika Kongresi’nin Afrika’da bir ülkede yapılması, USTKİP Komisyon Toplantıları’nın karşılıklı olarak hem Türkiye’de hem de Afrika ülkelerindeki STK’larımızın ev sahipliğinde yapılması konusunda da arayışımız devam ediyor. Bunu ikili görüşmelerde de değerlendireceğiz ve bu anlamda tekliflere de açığız. Bu süreçte bütün imkanlarımız ile destek vermeye hazır olduğumuzu ve toplantılarımızın Afrika’ya taşınmasına çok sıcak baktığımızı belirtmek istiyorum.
Tekrar teşriflerinizden ötürü teşekkürlerimi iletiyor, saygılar sunuyorum…”



KONARE; TÜRKİYE ve AFRİKA HİÇ BU KADAR YAKIN OLMAMIŞTI

KONARE; TÜRKİYE ve AFRİKA HİÇ BU KADAR YAKIN OLMAMIŞTI
Mali Eski Devlet Başkanı Alpha Oumar Konare ise  6. Uluslararası Türk - Afrika Kongresi açılışında yaptığı konuşmasında, beş yılda önemli mesafeler alındığına işaret ederek, “Türkiye, tarihte şimdiye kadar Afrika’ya hiç bu denli yakın olmamıştı’’ dedi.

Diplomatik ve ekonomik ilişkilerin arttığını, Türkiye ve Afrika arasında doğrudan uçak seferlerini başladığını ifade eden Konare, böylece aradan aracıların çıkarıldığını ve doğrudan ilişki kurulduğunu, bu yakınlaşmada amacın sadece ticaret ve iş ilişkilerini geliştirmek değil, aynı zamanda Türkiye’nin kendi çevresinde ifade gücünü güçlendirmesi ve Afrika’nın zenginleşmesinin amaçlandığını söyledi.

Türkiye-Afrika arasında sürdürülebilir bir ilişkinin izlenmesi gerektiğini vurgulayan Konare, “Köklü ilişkilerimiz ve Türkiye’nin aynı inancı ve dini paylaştığı birçok Afrika ülkesi var. Ancak, Afrika ve Türkiye birbirlerinin tarihini ve coğrafyasını bilmeli. Okullarda karşılıklı olarak tanıtıcı programlar yürütülmeli. Bunlara dikkat etmezsek ekonomik anlamda ilişkiler ne kadar gelişme gösterirse göstersin insani ilişkiler gelişmezse sorunlar yaşayabiliriz” diye konuştu.

Konare, bugün Afrika’nın Türkiye gündeminde yer alan bir konu olduğunu belirterek, Türkiye’nin bu konuda çok çalıştığını ve Afrika olmadan gelecek olamayacağını anladığını kaydetti.

Afrika’nın büyük bir kıta olduğunu ve 30 yıl içinde gençlerin ağırlıkta olduğu iki milyarlık bir nüfusa ulaşacağını ifade eden Konare, “Dünyanın yeni şantiyesi, yeni pazarı Afrika’dır. Bunu görmeliyiz” dedi.

Afrika kıtasının genel sorunlarına da değinen Konare, bugün yılda beş yaşın altında dokuz milyon çocuğun hayatını kaybettiğini, 350 bin annenin ya hamilelikte ya da doğum sırasında öldüğünü, çevrenin tahrip edildiğini belirterek, bu sorunlar üzerinde de çalışılması gerektiğini söyledi.

Alpha Oumar Konare, vergi kaçakçılığı ve yolsuzluk konularının da önemli sorunlar olduğuna dikkati çekerek, Afrika’nın kalkınmasının sadece dış yardımlarla olamayacağını, fakirliğe neden olan yapıların da değiştirilmesi gerektiğini anlattı.

Afrika’nın, ABD gibi tek başına bir güç gibi dünyada yerini alması gerektiğini vurgulayan Konare, “Afrika Devletler Birliği”nin oluşturulması gerektiğini, aksi halde etnik grupların ve kişisel amaçların devletleri yok edeceğini ileri sürdü.

Afrika, demokratik sürecini güçlendirmeyi başaramazsa, yerel yönetimlerini güçlendiremezse başarısızlığa mahkum olacaktır. Afrika bütün olumsuzluklara direnç göstermek zorundadır” diyen Konare, Afrika’nın sadece bir Pazar ve ham madde deposu olarak algılanmaması için çalışılması gerektiğini sözlerine ekledi.

KONGRE İKİ GÜN SÜRDÜ
Cevahir Hotel ve Kongre Merkezi’nde iki gün süren 6. Uluslararası Türk-Afrika Kongresi’nde yedi oturumda, “Sivil Toplumun Sosyal, Siyasi, Ekonomik Kalkınmadaki Rolü”, “Milenyum Kalkınma Hedeflerine (MKH) Ulaşılmasında Devlet-Sivil Ortaklığı”, “MKH Ulaşılmasına Yönelik Uluslararası-Bölgesel Örgütlerin ve Uzmanlık Kuruluşlarının Programları” ve “Özel Sektör Ortaklığı” konuları görüşüldü.

Kongre sırasında ayrıca, 2008 yılında düzenlenen “Türkiye-Afrika STK Forumu”nun ardından oluşturulan Uluslararası Sivil Toplum kuruluşları Kalkınma ve İşbirliği Platformu (USTKİP) komisyonları da ikinci toplantılarını gerçekleştirildi.

TASAM STRATEJİK VİZYON ÖDÜLLERİ DE VERİLDİ
Kongrenin ilk günü akşamı yapılan bir törenle, TASAM’ın geleneksel hâle getirdiği TASAM Stratejik Vizyon Ödülleri’nin beşincisi de sahiplerine verildi.