Afrika’da, kıtamızı yıkıp geçen dört sorunla karşı karşıyayız;

(1) Yoksulluk ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan hastalıklar, cehalet, suç ve sosyal ayaklanmalar;
(2) AIDS;
(3) Sıtma;
(4) Verem.

Afrika’nın bol kaynaklara sahip olmasına rağmen hala yoksulluk ile mücadelede başarısız olduğu söylenir. Bu durumu izah edecek birçok hipotezin olduğundan eminim. Bununla birlikte yoksulluk seviyesini azaltmak için bir an önce ekonomik adalet düşüncesi ile somut adımlar atılmalıdır.


Kıtamız on yıllardır savaşlar ve çatışmalara düçar olmuştur... Bu durumun sonsuza kadar devam etmesine izin verilemez. Samimi ve tarafsız bir tutum takınmanın zamanı gelmiştir. (Zambiya Cumhuriyeti eski Devlet Başkanı Dr. Kenneth Kaunda’nın (1964 - 1991) “Şahsi Çıkarları Aşma Gerekliliği” üzerine yazısından alınmıştır.)

Tamamı için tıklayınız

Yakın zamanda Afrika, daha bir kaç yıl önce akla gelmeyecek bir şekilde, Türkiye’nin uluslararası gündemindeki yerini almıştır. Televizyondaki belgeseller, gazete makaleleri, fotoğraf sergileri, konserler ve herşeyin ötesinde hükümetin koşulsuz desteği Afrika’daki gelişmelere olan ilginin güçlenmesini sağlamıştır. Birçok Türk için Afrika turizm merkezlerinden biri haline gelmiştir. Türkiye’nin kıtadaki varlığı, özellikle de Kuzey Afrika’daki varlığı uzun bir geçmişe dayanmasına rağmen, yakın zamanda ilginin artması, altındaki nedenlerin incelenmeye değer olduğu yeni bir süreçtir.

Afrika’ya yönelik ilginin yakın zamanda artışıyla ilgili iki önemli gelişme öne sürülebilir.

Bunlardan birincisi dış kaynaklıdır. Geçen yıl İngiliz Başbakanı Tony Blair tarafından kurulan ve 18 üyeden oluşan Afrika Komisyonu (CFA) raporunun ardından dünyada ortaya çıkan tartışmalar Türk aydınlarının dikkatinden kaçmamıştır. CFA raporu, G8 liderlerinin raporun tavsiyelerinden bir kısmını olsun destekleyecekleri umuduyla Gleneagles’da (İskoçya) Temmuz 2005’te yapılan G8 Zirvesi’nden sonra yayımlanmıştır. İkincisi ise iç kaynaklıdır ve 2005 yılı başında Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bu yılın “Afrika Yılı” olacağını açıklamasıyla ilgilidir. Bu sözlerinden kısa süre sonra, Başbakan Erdoğan Etiyopya ve Güney Afrika’ya bir dizi ziyaret gerçekleştirmiştir.

AFRİKA KITASI İLE İLGİLİ BİLGİLER

Alanı: Afrika kıtası yaklaşık olarak 30 milyon kilometrekaredir. Alan bakımından ikinci büyük kıtadır. Afrika ve yakın adalar yerkürenin %21’ini kaplar.
Nüfusu: 800 milyondur.
Kıta Devletleri Sayısı: Afrika kıtasında 54 devlet vardır.(Sahra Cumhuriyeti ile beraber)
Birlikteki Üye Devlet Sayısı: Birliğe üye 53 devlet vardır.
Kıtanın Kaynakları: Demir, bakır, altın, uranyum, gümüş, petrol, doğal gaz, elmas. Bunlara ek olarak; su kaynakları, ormanlar, hayvanları vardır.
Kıtanın Toplam Geliri: Kıta 300 milyar dolar gelir gerçekleştirdi. Bu da dünya mahalli üretiminin %1,3 üne  tekabül ediyor.
Uluslararası Ticaret Hacmi: Kıtanın iki bin yılına kadarki payı %7,3’dir.
Gelirler Hacmi (Kapasitesi): 2001 yılı için % 4,8’dir.
Ticaret Malları İhracat Değeri: 2000 yılına kadar 150 milyar dolar.
Dış Borçlar: 1999 yılına kadar 337,2 milyar dolardır. 2000 yılında  334,3 milyar dolara inmiştir.

BORÇLAR ŞEMASI:
Resmi borçlar: % 70
Mali kuruluş ve banka borçları: %12
Özel sektör: % 18


AFRİKA KITASI TEMEL, BÖLGESEL VE ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

Siyasi Örgütler:

1.    Afrika Birliği (Fas dışında 53 ülke)
2.    Sahil ve Sahra Ülkeleri Topluluğu(20 ülke)
3.    Mağribiler Birliği (5 ülke)

Ekonomik Örgütler:

1.    Batı Afrika Ülkeleri Para Birliği (U.M.O.A.)
2.    Batı Afrika Ülkeleri Ekonomi Grubu Topluluğu ( ECOWAS)
3.    Güney Afrika Kalkınma Grubu ( SADEC)
4.    Doğu ve Güney Afrika Ülkeleri Ortak Pazarı (COMESA)
5.    Doğu Afrika Grubu ( EGADD)
6.    Orta Afrika Ülkeleri Ekonomi Ve Para Topluluğu (CEMAC)

 

Tamamı için tıklayınız

 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından günümüze kadar dünya siyasetinde, muazzam etki uyandırması bakımından, 11 Eylül saldırıları benzeri bir gelişme yaşanmamıştır. Saldırılar dünya siyasetinin gündemi ve yapısıyla ilgili birçok sorunun yüzeye çıkmasına sebep oldu. Uluslararası ilişkiler disiplininde bir anlamda Sovyetler sonrası uluslararası sistem ve politikanın yapısını inceleyen çalışmaları andıracak şekilde benzer literatürün 11 Eylül sonrası ortaya çıktığına şahit olduk. Bu disiplinin mensupları için bir deja vu yaşandı. Yaşanan ani şoktan sonra “Dünya bir daha asla aynı olmayacak” gibi argümanların yerini daha dikkatli analizler aldı. Bu tartışmaların diğer bir sonucu da Eylül saldırılarının ulus-devlet sistemini güçlendirdiği düşüncesidir. Gerek Vestfalya ruhunun reenkarnasyonu şeklinde, gerekse uluslararası sistemde sekülerizm için ciddi bir darbe şeklinde ortaya çıkan bu fenomen analiz edilmeyi ve tartışılmayı hak ediyor.

Klasik yaklaşım uluslararası sistemi anarşik bir yapı olarak açıklar. Uluslararası sistemin bu anarşik doğası düşük düzeyde bir nedensellik zincirini gerektirir. Gerçekten de nedensellik düzeyi uluslararası siyasette son derece sınırlanmıştır. Öte yandan kaotik yada hesaplanamaz iç dünyaya karşılık, modern uluslararası sistemi nedensellik belirler. Durumu daha da karmaşıklaştıran olgu olaylar arasındaki karmaşık nedensel bağlantıyı açıklamanın zorluğudur. Krasner’in daha önceden formüle ettiği gibi uluslararası sistem iç politikaya göre daha az kurumsallaştırılabilir. Ortada otoriter bir hiyerarşik ilişki yoktur.  Bu bağlamda uluslararası ilişkiler analizleri birbirine takip eden gelişmeler ve öne sürülen ihtimaller üzerine yapılan çalışmalar olarak özetlenebilir. Bütün kavramlar hatta olaylar belirli bağlamların sonucudur.

Tamamı için tıklayınız