Le cas du Kenya offre un bon exemple sous-régional pour aborder les enjeux de l’éducation et du développement en Afrique sub-saharienne au cours des 30 dernières années. Le Kenya a pendant longtemps affiché des taux élevés de scolarisation  avant de connaître une crise sévère dans les années 1990 qui a été marquée par une vague inédite de déscolarisation. Depuis le mois de janvier 2003, le nouveau gouvernement d’alternance, élu démocratiquement en décembre 2002, s’est lancé dans un ambitieux programme de scolarisation primaire universelle avec l’aide de la communauté internationale de bailleurs.
Depuis son indépendance en 1963, le développement rapide de l’éducation au Kenya a été le fruit d’une volonté politique affirmée, relayée par un investissement majeur des communautés locales. Dans les années 1980, les politiques internationales de développement ont défini de nouveaux arbitrages en faveur notamment de l’éducation primaire, qui ont contribué à modifier les équilibres sociaux et politiques préexistants. Ces nouvelles orientations de nature exogènes ont introduit d’importantes recompositions du champ scolaire dont il convient de mesurer les impacts. L’analyse des mutations récentes du système éducatif kenyan doit permettre d’évaluer la place de l’institution scolaire dans le développement social, économique mais aussi politique du pays, dans une perspective passée, présente et à venir.

 

 
Antik dönemlerin bilinen en önemli kütüphanelerinden ve müzelerinden olan “İskenderiye Müzesi ve Kütüphanesi”  Afrika’daki yüksek eğitim kurumlarının temellerinin oldukça eskilere dayandığını göstermektedir. Eski İskenderiye’nin, Avrupa Rönesans döneminde önde gelen hümanistlerin bilimsel başarılarına yol gösterici ışık olduğu ifade edilmektedir.  Hıristiyanlığın ortaya çıktığı ilk dönemlerde, İskenderiye’nin rahipler sınıfının ve Etiyopyalı eğitim kurumlarının felsefi ve teknolojik konularda yapmış oldukları tahminler ise eski kurumların devamını oluşturmuştur.

Modern anlamda üniversitelerin dikkate değer eserleri arasında Afrika İslam Üniversiteleri’nin makaleleri oldukça ön planda yer almaktadır. Özellikle milattan sonra 859 yılında kurulan Karawiyyin Üniversitesi ile yine milattan sonra 969 yılında kurulmuş olan Al Azhar bunların başında gelmektedirler. Bununla birlikte söz konusu üniversitelerin akademik başarıları, uluslararası toplumun da dikkatinden kaçmamıştır. Bu üniversitelerin akademik standartları daha önce belirlenmiş olsaydı milattan sonra 1382–1421 dönemi boyunca hizmette bulunmuş olan Al Azhar üniversitesinin akademisyenlerinden İbn-i Haldun gibi bu dönemlerde yaşamış olan diğer bilginler de tüm zamanların büyük tarihçileri ve sosyologları arasında yer alabilirlerdi.  Öte yandan Timbuktu Üniversitesi tek merkezde toplanmayıp, kendisinden bağımsız birkaç kampüs açarak farklı seçenekler sunmaya başlamıştır. Gerçekleştirilmesi düşünülen mevcut bir proje  ile söz konusu üniversitenin yakın zamanda son derece nitelikli ve bilimsel bir yayına imza atması beklenmektedir.

Sahra altı Afrika, birbirinden oldukça farklı deneylerin yapıldığı bir bölgedir. Özellikle 70’li yıllardaki insanî felaketlerinden, 80’li yıllardaki devletlerin gelirlerinin düşüşlerinden ve 90’lı yıllardaki yapısal düzenlemelerinden itibaren Sahra altı Afrika, bütün kalkınma yaklaşımlarının denendiği bir yer haline gelmiştir. Yaklaşımlar her ne olursa olsun, bu eylemlerin etkisi genel itibariyle çok düşük olarak kabul edilmektedir: Hatta Sahra altı Afrika’nın gelirinin son yirmi yıl içinde düştüğü dahi dile getirilmektedir. Bu başarısızlık, 70’li yıllarda ortaya çıkan bir tür Afrika kötümserliğinin medyalara, kamuoyuna, ekonomik çevrelere ve son olarak kalkınmaya destek veren uluslararası mercilere yerleşmesine neden olmuştur.

Bu başarısızlık, her biri kendi ideolojisini deneyen mercilerin çoğalmasını da beraberinde getirmiştir. Başarısızlığın gözlemlenmesi, kalkınma eylemlerine son verilmesine neden olabilecekken, iki denetimsizlik bu artışa yol açmıştır: 80’li yıllardan itibaren Asya’da ve bir parça da Latin Amerika’da olup bitenlerden farklı olarak devletler ya kalkınma eylemlerinin uygulanmasında uzun zaman yetersiz kalmışlar ya da yalnızca tanık olmakla yetinmişlerdir.  (Courade, 1989).

Eksik olan ikinci önemli nokta, kalkınma ajanslarıyla kalkınma eylemlerinin finansmanında sermaye sahipleri arasındaki koordinasyondur.  Bunu görmek için her kuruluşa özgü ve son derece karmaşık bir kalkınma projesinin uygulanmasındaki yöntem çokluğuna bakmak yeterli olacaktır. Bu eksiklik, finansman olasılıkları karşısında kalkınma önerileri arasında bir eşitsizliği doğurmaktadır. Dolayısıyla kalkınma sistemi, proje “sözcüğü” altında özetlenen taleplerin çokluğunun, finans arzlarının, koşullarının, aşırı belirlenmesine çarptığı bir piyasa olarak şu anda işlemektedir.

Bu makalenin amacı, 1980 yılında başlatılmış olan Lagos Eylem Planı’ndan itibaren Afrika’nın Ekonomik İyileşme Girişimleri’nin eleştirel bir değerlendirmesini sunmaktır. Afrika ekonomilerinin sürekli durgunluk ve sürekli kötüleşen ekonomik hoşnutsuzluk ortamı içinde debelendiği acı yılların ardından Afrikalı yetkililer ve yöneticiler, Afrika kıtasını yeni bir gönenç ve zenginlik pozisyonuna taşıma konusunda son derece arzulu görünmektedirler.

NEPAD’ın, Afrika için bir ekonomik rönesans* sürecini başlatıp başlatamayacağı konusunda ciddi kuşkular mevcuttur. Bu bağlamda, çalışmamız başlıca şu sorular üzerinde durmayı amaçlamaktadır: 1970’li yılların ortalarından itibaren Afrika ekonomisinde yaşanılan gerilemenin nedenleri tam anlamıyla ortadan kaldırıldı mı? Bu iktisadi gerileme sürecinin sonunda ekonominin felce uğramasından sorumlu olan faktörler nelerdi? NEPAD’ın önerileri uygulandığı takdirde, iktisadi gerileme durumundan kurtulmak ve daha olumlu bir sürece girmek mümkün olabilir mi? Tavsiye edilen eylem planı, uygulanabilir ve güvenilebilir bir plan mı?

Bu makale ilk önce “iktisadi iyileşme” düşüncesini geniş iktisadi değişim dinamiği konteksti içinde tartışıyor. Bu tartışma içinde, “iktisadi iyileşme” olgusunun neoklasik açıklaması sunuluyor ve bu neoklasik açıklamaya karşıt bir yorumun tanımlaması yapılıyor. İkinci olarak makale, değişik stratejilerin içeriklerini ve bu stratejilerin temel bakış açılarını şekillendiren kavramsal iskeleti inceliyor. Üçüncü olarak, bazı önemli uluslararası deneyimleri analiz ediyor ve başarılı örneklerin, neoliberal yöntemleri net biçimde reddeden ve teknolojik gereklilikleri uygulayan anlayışlar tarafından yönetildiğini gösteriyor. Dördüncü olarak, Afrika’nın canlandırılması ve iyileştirilmesi için NEPAD’ın önerdiği neoliberal politikaların potansiyel sakıncalarını ve zararlarını ortaya koyuyor. Sonuç olarak bu makale, Afrikalı politikacılara ve yöneticilere, NEPAD stratejisinin bir bütün olarak, teknolojik gelişme için gerekli olan ihtiyaçlara uygun biçimde yeniden şekillendirilmesini şiddetle tavsiye ediyor.